İstanbul Arkeoloji Müzeleri üç ana birimden oluşan ve bir milyonu aşkın eseri bünyesinde barındıran bir müze kompleksidir. Birçok medeniyete ait izler taşıyan bu müzeler Arkeoloji Müzesi, Eski Şark Eserleri Müzesi ve Çinili Köşk Müzesidir. Müzelerin her birinin birbirinden farklı özellikleri bulunsa da dönemin müzecilik kültürüne önemli katkıları olmuştur. 600 yıl öncesine kadar dayanan bir mirasa sahip olması sebebiyle özellikle turistlerin ilgisini çekmektedir. Dünyada müze binası olarak tasarlandıktan sonra aynı işlevde kullanılan ilk 10 yapıdan biridir. Dünya üzerindeki nadir eserleri bünyesinde barındıran müzeler aynı bahçe üzerine kurulmuştur, bu sebeple bölgeye ziyaretçi olarak gelen kişi sayısı bir hayli fazladır. Lahitlerden belgelere, tümülüslerden takvimlere kadar her türlü eserin bulunduğu müzeler tarih adına önemli izler taşımaktadır. Türkiye tarihinde önemli bir yere sahip olan müzeler Helen uygarlığından Osmanlı uygarlığına kadar olan eserleri barındırmaktadır. Bir müzekart girişi ile 3 müzede gezilmektedir.
İstanbul Arkeoloji Müzesi dünyanın en büyük müzeleri arasına adını yazdırmayı başarmıştır. Gerek eserleri gerekse tarihi dokuları ile merak uyandıran müze 19.yy sonlarında Osman Hamdi Bey tarafından imparatorluk müzesi olarak kurulmuştur. Müze-i Hümayün adı ile bilinen müze 13 Haziran 1891 tarihinde ziyarete açılmıştır. Dönemin dikkat çekici bir unsuru haline gelen müze Türkiye’de ki ilk müzecilik faaliyetleri adına atılmış önemli adımlardan biri olma özelliğine sahiptir. Müzeciliğin gelişmesinde önemli rol oynayan İstanbul Arkeoloji Müzesi Türkiye’de görülmesi gereken müzelerin başında gelmektedir. Bu sebeptendir ki Türkiye’de en fazla ziyaretçi olan müzelerden biri olma özelliğine sahiptir. Geniş tarihi ve eşsiz yapısı sebebiyle dikkat çekici bir müze olma özelliğine sahiptir. Sultanahmet’te yer alan bu müze gerek ulaşım kolaylığı gerekse bulunduğu konum sebebiyle turistlerin yoğun ilgisine maruz kalmaktadır. Türkiye’de yapılan ilk müzecilik çalışmalarından izler taşımaktadır. Osmanlı İmparatorluğundan Türkiye Cumhuriyetine kalmış olan bu müze 1869 yılında kurulmuştur. Müze-i Hümayün adı altından kurulmuş olan müze dönemin imparatorluk müzesi olma unvanına sahiptir. Müzeye önemli katkılarda bulunan Sadrazam Edhem Paşanın oğlu Osman Hamdi Bey 1881 yılında müze müdürü olarak göreve atanmıştır. Dönemin müzecilik konusunda ki en önemli isimlerinden biri olan Osman Hamdi Bey yalnızca müze müdüre olarak değil aynı zamanda bir arkeolog olarak da hizmet vermiştir. Müzenin günümüze bu kadar iyi şekilde gelmesinde önemli rol oynamış olan Osman Hamdi Bey dönemde müzecilik adına birçok yeniliğe imza atarak ismini tüm dünyaya duyurmayı başarmıştır. Müzede ki koleksiyonların genişletilerek ziyaretçilere açık olması için her türlü emeği vermiş olan bir müzecidir. Osman Hamdi Bey’in Nemrud Dağı, Myrina, Kyme ve diğer Alolia Nekropolleri'nde ve Lagina Hekate Tapınağı'nda yaptığı kazılardan çıkarılan eserler bu müzeye taşınmıştır. 1887-1888 yıllarında Lübnan Sayda (Sidon’da) yaptığı kazılar sonucunda Sidon Kral Nekropolü'nü bulmuş ve dünyaca ünlü İskender Lahdi İstanbul'a getirmiştir.
Sponsorlu Bağlantılar
Giriş cephesi tek katlı olduğu halde arka kısmı iki katlı olan Çinili Köşk, girişinde 14 sütun bulunmaktadır. Haliç girişine doğru olan bir yamaçta inşa edilmiştir. Haliç’e bakan kısım arkadadır bu sebeple ön kısım ile kıyaslandığında daha yüksekte kalmıştır. Fatih Sultan Mehmet devrinde inşa edilmeye başlamış olan yapı köşk ve kasırlarda yapılmıştır. Belirli belgelere bakıldığında köşkün yapımının Fatih Sultan Mehmet’in emri üzerine 1472-1973 yıllarında yapıldığı görülmektedir. Yapım yılı ile ilgili bilgilere rastlansa da mimarının kim olduğu ile ilgili yeterli bir bilgi bulunmamaktadır. Taş bir mimariye sahip olan köşk, beyaz küfeki taşı ve kırmızı tuğla dolgular ile yapılmıştır. Bizans dönemine ait olan suni bir teras üzerine oturtulmuştur. Oldukça görkemli bir köşk olmasının yanı sıra tarihi acıdan da zengin bir müzedir. Birçok müze ile kıyaslandığında mimarisinin süslü ve dikkat çekici olduğu göze çarpmaktadır. 1880 yılında imparatorluk müzesi tarafından kullanılmasına karar verilmiştir. Osman Hamdi Bey’in ölüm yıllarında köşk Türk Müzesi olarak kullanılmıştır. Bu yıllarda arkeolojik ve İslami eserlerin sergilenmesi için kullanılan müze 1939 yılında Topkapı Sarayına bağlanmıştır. Oldukça sancılı bir dönem geçiren müzede bulunan eserler çevre müzelere dağıtılmış ve köşk müze işlevinden uzaklaştırılmıştır. Müze işlevini kaybetmesinden uzun bir süre sonra 1981 yılında İstanbul Arkeoloji Müzesine bağlanmıştır. Türk İslam döneminin benzersiz çini örneklerini bünyesinde barındıran köşkün girişi mozaik çiniler ile süslüdür. Görenlerde hayranlık uyandıran bu çini örnekleri köşkün içerisinde de yer almaktadır. 6 oda ve 1 salondan oluşan müze çok büyük olmasa da arkeolojik kazılar sonucu ele geçen 2000’den fazla eseri bünyesinde barındırmaktadır. Turistlerin arkeolojik müze ziyaretleri sırasında asla es geçmediği bir müze olan Çinili Köşk Müzesinin giriş kısmında bulunan duvarlarda oldukça uzun kitabeler yer almaktadır. Selçuklu ve Osmanlı dönemine ait oldukça özel eserlerin sergilendiği müze dikkat çekici bir mimariye sahiptir.
Arkeoloji Müzesi ve Çinili Köşk Müzesi ile aynı bahçeyi paylaşan müze 1883 yılında Osman Hamdi Bey tarafından inşa ettirilmiştir. Müzecilik anlamında oldukça büyük katkıları bulunan Osman Hamdi beyin bu müzeyi Sanayi-i Nefise Mektebi olarak inşa ettirdiği kayıtlar ile bilinmektedir. Döneminde güzel sanatlar akademisi olarak inşa edilen müze Osmanlı imparatorluğunun ilk güzel sanatlar akademisi olma özelliğine sahiptir. Sanata ve sanatçıya duyduğu saygı sebebiyle Osman Hamdi beyin attığı bu adım sonrasında Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesinin temellerinin oluşmasına olanak sağlamıştır. Müzenin en önemli eserlerinden olma özelliğine sahip olan 75000 adet çivi yazılı belge tablet arşivinde bulunmaktadır. Bu belgelerin yanı sıra Akad Kralının Steli, Kadeş Antlaşması ve İştar kapısı eserleri müzede bulunan önemli eserler arasındadır. 19.yy sonların da yapılan ve 1. dünya savaşı sırasında sona eren arkeolojik çalışmalar sonucu ele geçirilen eserler müzede yerini almıştır. Anadolu ve Mezopotamya uygarlığının yunan devrinden önceki dönemden eserler barındırmaktadır. Ayrıca müzede Mısır ve Arap yarımadasının İslam öncesinde ki çağlarına ait eserler müzede sergilenmektedir. 1932 ve 1935 yılları arasında yapılan çalışmalar ile bina müze haline getirilerek hizmet vermeye başlamıştır. Yapılan düzenlemelerin yetersizliği sebebiyle yapı 1963 yılında hizmete kapatılarak gerekli düzenlenmelerin yapılabilmesi için zaman ayırılmıştır. Bu zaman dilimi içerisinde gerek eserler gerekse iç mekânda değişiklikler yapılmış ve 1974 yılında tekrar hizmete açılmıştır. İstanbul Arkeoloji Müzeleri ziyaretlerin de turistleri karşılayan ilk müze Eski Şark Müzesidir. 1917 yılında ilk kez müze olarak hizmete açılan bu müze gerek mimari özellikleri gerekse iç tasarımı ile dikkat çekici müzelerden biridir. Geniş yelpazeye sahip koleksiyonların müzede sergilenmesi Hatti, Hitit ve Urartu medeniyetlerine ait nadir parçaların müzede bulunması sebebiyle günümüzün en zengin müzelerinden biridir.
Eski Şark Eserleri Müzesi bölümleri şu şekildedir;
1842 yılında İstanbul’da doğan Osman Hamdi Bey, Sadrazam Edhem Paşanın oğludur. Aile yapısı ve kişisel özellikleri sebebiyle birçok farklı dalda kendini geliştirmeyi başarmış olan Osman Hamdi Bey 1860 yılında hukuk eğitimi için Paris’e gitmiştir. Hukuk eğitiminin yanı sıra resme karşı olan ilgisi sebebiyle okuduğu dönemde Paris Güzel Sanatlar Yüksek Okulunda dersler almıştır. Resim dersleri aldığı süre içerisinde arkeolojiye karşı ilgisi oluşmaya ve bu konu hakkında araştırmalar yapmaya başlamıştır. Hayatına yön verecek araştırmalar ile kendi kişiliğini ortaya çıkaran Osman Hamdi Bey ünlü ressamların atölyesinde de çalışmıştır. Çalışmak ve araştırmaktan asla yorulmayan kişiliği en dikkat çekici özelliği arasında yer almaktadır.
Paris’te yaşadığı sürede bir Fransız kadına aşık olarak evlenmiş ve bu evlilikten 2 kızı olmuştur. Evlendikten 10 yıl sonra eşinden ayrılarak 1869 yılında İstanbul’a geri dönmüştür. Hayatının dönüm noktası olan bu dönüş sonrasında Bağdat Valisinin ona yaptığı Vilâyet Umûr-ı Ecnebiyye müdürlüğü teklifi ile taçlanmıştır. Bu teklifi kabul ederek Bağdat’a yerleşen ve orada kısa süre yaşadıktan sonra İstanbul’a geri dönüş yaparak sarayda Teşrifat-ı Hariciyye müdür yardımcısı olarak görevine başlamıştır. Görevde ki başarısı ile dikkat çekmeyi başardıktan sonra 1881 yılında Müze-i Hümâyun’un müdürünün ölümü sonrasında boşalan göreve atanmıştır. Arkeolojiye olan merakı ile bilinen Osman Hamdi Bey bu dönemde müzecilik adına önemli başarılara imza atmıştır.
Günümüzde arkeoloji kitaplarında da yer verilen Osman Hamdi Bey 1881 yılında Türkiye’de gerçekleştirilen ilk sistematik kazının başlamasına vesile olmuştur. Batıda gördüğü eğitim ile müzeciliğe büyük katkıları olan Osman Hamdi Bey dönemde tarihi eser kaçakçılığına da son veren bir isim olmuştur. Müze müdürü olması ardından yavaş ve sistematik bir şekilde kafasında olan her şeyi gerçekleştirmiştir. Yakın zamana kadar yürüklükte olan Asar-ı Atika Nizamnamesi( Eski Eserler Yasası) çıkartılmıştır. Sanayi-i Nefise (Güzel Sanatlar Okulu)’yi imparatorluk müzesi haline getirmiş ve Türk Müzeciliğinin’de kurucusu haline gelmiştir. Osman Hamdi Bey günümüzde “Türk Arkeolojisinin Babası” olarak tanınmaktadır.
İstanbul Arkeoloji Müzelerine ulaşım imkanları oldukça fazladır. Eğer şehir dışından gelecekseniz ister otobüs ister tren ister havayolu ile İstanbul'a ulaşabilirsiniz. Havayolunu tercih edecek yolcular İstanbul Sabiha Gökçen Havalimanı sayfamıza göz atabilir. Bayrampaşa'da bulunan Büyük İstanbul Esenler Otogarı ile İstanbul otobüs bileti alarak kolayca ulaşım sağlanabilir. Yine keyifli bir tren yolculuğu tercih etmek isterseniz Ankara'dan ve Konya'dan Yüksek Hızlı Tren ile İstanbul'a ulaşım imkanı vardır.